Çok sevdiğim birine benziyor, ondan çok farklı sevdiğim..

Gelmiştim yine. Hiçliğin ortasındaki o çiçekli arazideydim. Bir tarafım uçurum diğer tarafımda rengarenk çiçekler. Mis gibi kokuyorlar.

Yalnızım, yapayalnız.

Boğazıma binlerce diken batıyor ve ben bağırıyorum, kimse yok. Duyulmuyor.

Güneş, beyaz tenimi kavuruyor, kalbim cayır, cayır. Yapabilecek hiçbir şeyim yok.

Aslında var. Tek bir adımıma bakıyor her şey. Yokluk beni çağırıyor, elini uzatmış. Diğer elindeyse en sevdiğim çiçekler var.

Kasımpatı.

Normalde olsa kalırdım ama arkamdaki bahçede tek bir Kasımpatı bile yok.

Tekrar bağırıyorum. Sanki boğazımda çıkarmak için çırpındığım bir şey var. O şey ısrarla mideme gidiyor, kramplara sebep oluyor.

Oturuyorum. Yanı başımda elinde çiçeklerle beni çağıran hiçliğe bakıyorum.

Ne zamandır bir Kasımpatını koklamadım? Halbuki ne kadar çok severim onları.

Ellerimi papatyalarda gezdiriyorum, hiç de sevmem.

Elindeki buketten bir dal Kasımpatı uzatıyor bana.

Anımsıyorum,

En son ne zaman bir Kasımpatı kokladığımı hatırlıyorum.

Aynı bu şekildeydi. Bir kucak dolusu buket Kasımpatı almıştım.

Düşünmeden ayağa kalkıyorum ve karşımdaki hiçlik değişiyor.

Görüp görebileceğim en güzel kadın duruyor karşımda. Çok sevdiğim birine benziyor, ondan çok farklı sevdiğim.

Kocaman gülümsüyor.

Bana uzattığı avucuna bir dal çiçek hapsetmiş.

Saçları dağınık, üzerinde siyah tişörtü var. Başını yana eğmiş, beni bekliyor.

Nasıl gitmem?

Her bir mimiğini anımsıyorum, zaten hafızama kazınmış. Benden uzakta ama sıcak nefesini her bir hücremde hissediyorum.

Kalbim bana kızgın, acı çekiyor. Sadece onu görünce olduğu gibi yine, varlığından dahi haberimin olmadığı bir kısmı acıyor.

Çekirdek eşini bulmuş, kavuşmak istiyor.

Nefesim hızlanmış, dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme.

Avucundaki Kasımpatına bakıyorum, bunu fark ediyor.

Gür kirpikleri gözlerini gölgeliyor bir an, dudakları biraz daha kıvrılıyor yukarıya.

Midemdeki yumru, kıpırdıyor. Bir tane olmadığını fark ediyorum çünkü bir kısmı kalbime çarpıp nefesimi kesiyor.

Öne uzanıyorum.

Parmak uçlarım boşluğu yokluyor, uçurumdan aşağıya birkaç taş yuvarlanıyor.

Gözlerim hala gözlerine kilitlenmiş, kalbim kemiklerimi zorluyor.

Dudaklarım aralanıyor ve çok saçma birkaç cümle dökülüyor.

“Az önce bağırdığımda burada mıydın? Duydun mu beni?”

Sözler canımı yakıyor çünkü boğazım kupkuru.

Dudaklarımı ıslatmak istiyorum ama nafile.

Bir rüzgar uzun saçlarımı dalgalandırıyor, kıvırcıklarımın arasından sızıp ensemi ürpertiyor.

Dağınık saçlarından bir tutam, gözlerinin önüne düşüyor.

O bundan hiç etkilenmemiş gibi. Capcanlı, dudakları kırmızı.

Boşlukta duruyor. Benimse ayaklarım, çiçekli zeminde, onları parçalıyor.

“Ben hep buradaydım.”

Cümlesi, canımdan can alıyor. Arkamdaki çiçek bahçesi, kalbimde yeşeriyor.

Ona neden yanıma gelmediğini sormuyorum çünkü biliyorum. Mümkün olsa gelir.

Eli hala davetkar, beni çağırıyor. Arkasında kıyamet kopuyor, toz toprak.

Ama o ay gibi parlıyor, içim aydınlanıyor.

Ona doğru gitmek istiyorum, biraz daha ilerleyince dengem sarsılıyor, adım atamam.

“Ben seni tutacağım.” Diyor bu sefer. Ona sonsuz güveniyorum ve sorgulamıyorum.

Kolumu uzatıp, parmaklarına dokunmadan önce kurduğu cümleyi duymasam da gitmeye hazırım zaten. Ama boşluğu o cümleyle benimsiyorum.

“Gel, Kasımpatım.”

sen gittin ve herkes ölmeye başladı


“önce saniye teyze öldü sonra dedem sonra babaannem sonra yengem sonra eniştem. sonra eniştemin ölüm haberini bana veren bakkalı bıçakladılar eniştemin yedisinin okunduğu akşam. sonra sedat amca öldü sonra babam sonra öbür dedem bir de büyük deprem. otuzuma basmadan otuz tabut kaldırdım musalladan. babamdan öncekileri babamla beraber kaldırdık. ama ilk ölen hep babammış gibi geldi bana yıllarca. sanki oydu bu ahret furyasını başlatan. öyle değilmiş yeni anladım.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

zaten kim tam anlamıyla sağ kaldığını iddia edebilir ki bu kadar mevtanın ardından kim biraz zombileşmek istemez. daha kırılgan daha dikenli ve daha fukuyamacı olmaz. dedem ziraat mühendisiydi ama pek çok doktordan daha ilginç tıbbi hatıraları oldu.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

yalnızlıktan kudurmuş bir çocuğun arabaların kaportasını anahtarla çizmesi gibi ruhumun kemirilişi de hep sinsiceydi. buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin hâlâ soğuk biralar oluyor güzel kızlar oluyor. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulaman gibi olmuyor tabii o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

şimdi dilediğim sayfadan başlayabileceğim bir kitap öner bana. başsız sonsuz ve ortasız bir hikâye öner. bir üstat öner dergi kurmuş olmasın. ne çok utandık mazideki yaralardan her adımda ele geçirilme korkusundan. ismet özel mi metin altıok mu yoksa hiç mi ortak arkadaşımız kalmadı.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

love story tadında başlayan bir filmi potemkin zırhlısına çevirmeye ne hakkın var. çok şükür yaşıyoruz çok şükür yazıyoruz diyorum ama niye anlatıyorum bunları. belleğin unutuşa karşı mücadelesi mi sadece. ne münasebet bu benim senkronize yalnızlığım.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

birleşince kısa devre yapan parmak uçlarımız öldü önce. sonra yeşil öldü benim için sonra kahverengi. sonra ilk öpüştüğümüz yeri kalbinden bıçakladılar. on iki yıl geçti susmak ne kısaymış. sen böyle ne güzel sonsuza kadar susalım diyorsun. sonsuzluk bir gün herkesle konuşur sevgilim bunu da biliyorsun.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı”

“Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim” dedi: Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: “Seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda…”